27 Ekim 2018 Cumartesi

Trafik ve Yayalar

Geçen yazımda yayalar üzerine yazma niyetimi dile getirmiştim. Malumunuz olduğu üzere ülkemizde trafik kurallarını takan pek yok. Denetleyen de olmayınca herkesin kafasına göre takıldığı bir trafik oluşumu meydana geliyor. Yalnız, özellikle yayalar konusuna ben çok takılmış durumdayım.

Araba kullanıyorsun. Altında 1 tonluk demir yığını var. Ufacık bir hatada bile insana büyük zararlar verme potansiyeli taşıyan bir taşıt kullanıyorsun ve üzerinde haliyle bunun stresi oluyor. Özellikle dar sokaklarda bu stres daha da artıyor. Bazen öyle yaya modelleriyle karşılaşıyorum ki insan çıldıracak boyuta geliyor. Fatih'te iki nokta üzerinden örnek vereyim;

Vezneciler yönüne ilerlerken Yavuzselim yokuşuna çıkmak için sola dönmek üzere ışıklarda bekliyorsunuz. Yeşil yanıyor ve harekete geçiyorsunuz. Yayalara kırmızı yanmasına rağmen senin gaza basıp, dönerek yola girmene kadar olan vakit boşluğunu yayalar karşıya geçmek için kullanıyor. Tamam, boşlukta karşıya geçeriz/geçiyoruz anlarım. Ayaklarına güveniyorsan koş. Yahu bebek arabalarıyla ağır ağır karşıya geçmeye çalışanlar oluyor. Bebeğin var ve bebeğinin hayatı bu insanların umurunda değil. Ya ille bebeği veya çocuğu olmak zorunda da değil. Kendi hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Geçen yeşil yandı, gazı verdim ve yokuşa girmek üzere dönüşe başladım. Yayaya kırmızı yanıyor he. Tam yayaların beklediği noktaya gelirken karı-koca veya sevgililer pat diye yola atladılar. O an yavaş gidiyor olsam bile -ki oraların insanını bildiğim için hayatta hız yapmam- o kadar ani fırladı ki durmam imkansızdı. Son anda koştukları için kendilerini kurtardılar. Sonra baktım herif ellerini kaldırmış bana sayıyor. Şimdi soruyorum size; ben bu iki gerizekalıya çarpsam kim suçlu? Ben hız sınırları dahilinde hareket ediyorum, yayaya kırmızı yanıyor ve benim kesinlikle durma şansımın olmadığı bir noktada önüme atlayıp karşıya geçmeye çalışıyorlar. Çarpsam ve Allah muhafaza zarar versem gene ben suçlu olacağım çünkü o 1 tonluk demir yığını benim altımda.

İkinci nokta ise gene Vezneciler yönüne ilerlerken Akdeniz Caddesine dönüşün olduğu yer. Akdeniz'den Fevzipaşa'ya bağlanan araçlara kırmızı yanar ve sıra Fevzipaşa'dan Akdeniz'e girecek olan araçlara gelir. Yayalara kırmızı yanıyor tabii ki. O trafik ışıklarının değişmesi arasındaki 1-2 saniyelik duraklamayı fırsat bilip bütün o biriken yaya topluluğu yola atlıyor. Hani o noktayı hiç bilmeyen biri, yeşil yandı döneyim diye yayaları hiç hesaba katmasa kesin bir kaç kişiye çarpar. Koca bir yaya topluluğu yolun ortasında ve bitmiyor. Sen yayaları bekleyene kadar zaten senin dönüş hakkın kırmızıya dönüyor. Yani bir nevi kırmızıda geçmiş oluyorsun.

Diğer gerizekalı topluluk ise sokak aralarındakiler. Bakın, bazı kaldırımın olmadığı veya kaldırımların yaya yürüyüşüne müsait olmayan darlıkta olduğu sokaklarda yürüyenleri anlarım. Ama bizim millette kaldırımda yürüme alışkanlığı yok. Yolun ortasında durur, telefonunu kurcalar, çocuğu elinde tutarken araç yolu tarafında tutar. Nasılsa senin durmak veya yol vermek zorunda olduğuna inandırmış kendini. Ufacık bir sürücü hatasında başına neler gelebileceğini düşünmüyor zaten. Bir keresinde sokağa dönüş yaptığım esnada yolun ortasında birine denk geldim. Yolun karşısına bakıyordu, birini bekliyordu sanırım. Kornaya basıyorum, selektör yapıyorum tık yok. Hatta şöyle bir bana baktı, arabaya baktı beklemeye devam ediyor. En sonunda dayanamayıp "ulan gerizekalı yolun ortasından çekilde geçeyim" diye bağırınca ağır ağır bir şey olmamış gibi kenara çekildi. Birde park eden araçların önünden, arkasından dolanma fetişimiz var. Park etmek biraz sıkıntılı bir süreçtir. O esnada her noktadan birine çarpma riskiniz vardır ve her noktayı aynı anda kontrol etmeniz olanaksızdır. Diyorum ya böyle bir fetişimiz var. O kadar boş yer varken ille park eden araç etrafından kaldırıma veya yola geçeriz. Geri geri geliyorsundur, çapraz girerken burnun dışarı gelir. Eleman o noktadan geçmeye çalışır ve dokunursan sana çemkirir. Geri geri gelirsiz, tam geri geldiğin noktadan silme geçer sonra beni görmüyor musun der. Geri lambalarını bilmiyor diyelim, aracın geri geri hareket ettiğini idrak edemeyecek kadar beyinlerini kapatmış durumdalar. Ne diyeyim ki? Bazı şeyler için o kadar atılması gereken adım var ki. Bırakın çocukları gerekirse koca koca adamlara zorunda trafik dersi ve hatta sokakta nasıl yürünür dersi vermek gerekiyor.

26 Ekim 2018 Cuma

İstanbul'un Trafik Terörü

Ailem neredeyse bir asırdan fazladır Fatih'te ikamet etmekte. Ben de doğma-büyüme Fatih'liyim. Hoş hayat şartları şimdilik beni farklı bir ilçeye yönlendirmiş olsa da büyüklerim ve bazı arkadaşlarım hâlâ Fatih'te ve sık sık gitmekteyim. Uzağa taşınmadım zaten. Metro ile 15 dakikada oradayım. Neyse, konu bu değil.

Malumunuz İstanbul göç alan bir büyük bir şehir ve bu göç devam ediyor. Son hükümetle beraber Anadolu insanının para kazanmaya başlamasıyla orta gelirli sayısında bir hayli artış yaşandı. Tabii bu artışın Türk usulü olduğunu belirteyim. Yani sadece para arttı. Eğitim, ahlak, kalite para ile ters orantılı olarak düşmeye başladı. Şehirleşmemiz ise tam bir felaket. Parayı cebine koyanın istediği gibi at koşturabildiği bir ülkede yaşıyoruz. Cinayet işler, tecavüz eder, zarar verir ama aldığı cezalar çok komiktir. Sıradan bir vatandaş ise en ufak bir suçtan bile bir tomar ceza alabiliyor. Trafiğe geleceğim birazdan. Bu paralanma düzensiz yapılaşmayla beraber doğal olarak otomobil sayısında da büyük artış meydana geldi. Trafik, bir ülkenin gelişmişlik düzeyini gösteren, bence çok önemli bir göstergedir. Peki bizdeki durum nasıl? Maalesef içler acısı. Bakın Fatih ile alakalı haritadan aldığım bir görüntüyü paylaşayım.

Kırmızı yuvarlak içine aldıklarım; İstanbul İl Emniyet Genel Müdürlüğü, Fatih Belediyesi(ikisi aynı daire içinde), İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ve İstanbul Valiliği. Fatih'e aracınızla girdiğinizde karşınıza çıkan manzara ise tam bir trafik terörüdür. İnsanları geçtim artık, ortalıkta öküzden bol bir şey yok. Burada sıkıntı, yaptırım uygulaması gereken kurumların kıllarını bile kıpırdatmıyor olmasıdır. Dedim ya, Fatih'e aracınızla girdiğinizde sizi muazzam bir trafik terörü bekliyor. Hemde İstanbul'un en ağır toplarından olan kurumların merkezlerinin bulunduğu bir ilçede. Fevzipaşa Caddesi mesela; Edirnekapı'dan girip Vezneciler'e kadar gidin. Akşam 5-6 gibi olsun. Koskoca cadde tek şerit işlemektedir. Neden? İspark'a para vermek istemeyenler dörtlüleri yakıp ikinci sıra park yapıyor. Bir çok otobüs hattının çalıştığı koca cadde tek şeritten ilerlemeye çalışıyor. Yürüyerek 15 dakikada alabileceğiniz bir mesafeyi arabayla yarım saatte ancak alıyorsunuz. Fevzipaşa Caddesinin ucunda oturan, bana hizmet etmesi gereken makam sahibi ne yapıyor? HİÇ. Ona trafik var mı? Önüne arkasına çakarlı araçları alır, yolunu açtırır ve gider. Dert mi ona? Vatandaş çeker çileyi. Trafik ışıkları mesela; Emniyet Genel Müdürlüğüne 15 dakika yürüme mesafesindeki bölgelerde, hemde ciddi trafik kazalarına sebep olabilecek büyük caddelerde ters yönde gidenler, ışıkları sallamayanlar gırla. Ara sokaklar hepten facia. Ters yönü kullanmayanı dövüyorlar. Artık parklanma öyle berbat bir hale geldi ki ufak araçlarla bile sokak arasında giderken aynaları kapatmak zorunda kalıyorsunuz. İtfaiye, ambulans girecek olsa hayatta o sokaklarda ilerleyemez. Bununla ilgili kaç defa şikayette bulundum artık saymayı unuttum. Peki belediye ne diyor? Orası meskun mahal, bir şey yapamayız diyorlar. Yani yangın çıksa "yanın, bana ne?" diyorlar. Okul önlerine parklanmasın diye demir koyuyorlar, bizim gerizekalı vatandaşlar demirin yanına koyuyor. Kontrol etmesi gerekenler ne yapıyor peki? HİÇ.

Söylenecek çok şey var ama ne kadar yazsam da, ne kadar çabalasam da bir şey değişmiyor. Vatandaş bu kadar ahmak, idareciler koltuklarını bu kadar sevdiği sürece bir şey değişmeyecek. Yazık ki bizlere ne yazık. Ev inşa ederken kuşları düşünen bir medeniyetten iki ayaklı zeka belirtisi olan hayvanlara dönüştük. Üşenmezsem bir daha ki sefere yayalar hakkında bir kaç laf etmek istiyorum.