Son zamanlarda adam akıllı beni saran, zevkle oturup bir sonraki bölümünü beklediğim bilim-kurgu dizisi bulamıyorum. The Expanse hariç tabii. Amazon kurtardı sağolsunlar ama Amazon olmasa o da kaderine terk edilecekti. Yav tamam, yok değil. Marvel'ın dizileri, Westworld ve aklıma gelmeyen bazı diziler yok değil ama ben şahsen oturup sürekli izleyemedim.
Ben sıkı bir Star Trek hayranıyım. Film ve dizi olarak bütün yapımlarını izledim. Eski dizisi de dahil. Uzay ağırlıklı olmak kaydıyla diğer dizileri es geçmeden sayarsam; Fringe, The Invasion, Star Trek serileri, Babylon 5, Farscape, Stargate serisi, Battlestar Galactica, X-Files ve aklıma gelmeyen tarzda dizi çıkmıyor artık. Yani hem biraz ciddi, bazen eğlenceli, her bölüm farklı bir olay örgüsü olduğu ve tekrar o bölümde çözüme kavuştuğu tarzda dizi bulamıyorum. Yeni dizilerde fazla bir ciddiyet, kasvet, onlarca bölüm sonra bazı şeylerin aslının ortaya çıktığı, koca senede 10-12 bölümün olduğu dizi haline büründü bütün yapımlar. V dizisinin eski dizisiyle yeni dizi karşılaştırmasını örnek verebilirim. Bir başka örnek olan Stargate mesela; keyifle izlerdim ama Stargate Universe ile o ruhtan uzaklaştılar ve devamı gelemedi. Star Trek'te de durum aynı. Yeni dizisi kötü değil ama o eski ruh yok. Ne bileyim önceki dizilerde mesela Holodeck'e girdiklerinde başlarına komik olaylar da gelirdi, eğlendirirdi. Şimdi hep ciddiyet, hep derinlik, hep kasvet. Hep anlamlı bakışlar, büyük olay örgüleri falan. O eski ruhu öldürdüler resmen. Tabii ki bu işler arz-talep meselesi. O zaman insanlar bu tip yapımları seviyordu, şimdi ise bu tip yapımlar rağbet görüyor ve hem eskiyi hem yeniyi memnun etmek adına böyle hibrit yapımlarla karşımıza çıkıyorlar. Kızamıyorum ama o eski ruhu öldürmeden de bazı şeylerin yapılabileceğini düşünüyorum. Neyse, bakalım bu iş nereye gidecek. Hakkını yemeyeyim; her ne kadar artık biraz biraz baymaya başlasa da Supernatural ve bambaşka bir ruhu olan Doctor Who bu havayı devam ettiriyor.
11 Kasım 2018 Pazar
2x Sevap Point
Yazıma başlamamın evvelinde böyle bir konu aklımın ucundan geçmiyordu. Bir anda zihnimde canlandı diyebilirim. Günümüz toplumumuzun son zamanlarda geldiği nokta zihnimi çokça meşgul ediyor diyebilirim. Medyayı ve medyanın yönlendirmesinin etkilerini de dahil ederek söylüyorum. Acaba her bilgiye istenildiği an ulaşma imkanı o kadar güzel bir şey olmayabilir mi? "Cehalet mutluluktur" savını savunacak değilim tabii ki.
Bir asrı aşkındır toplumca bir batılılaşma serüvenimiz var. Yalnız bu batılılaşmayı, batının değerlerini almayı taklit etmek olarak yerleştirmeye çalışınca bir türlü bu topluma uyan bir elbise olamadı. Bunda bizim kültürel kodlarımızın da etkisi var. Araf'ta kalmış vaziyetteyiz. Ben her ne kadar Batı zihniyetini sömürgeci ve üsten bakmacı olarak görsem de bir şeyi kabul etmem lazım ki toplumsal alanda bir çok şeyi başarabilmiş durumdalar. Eğitimde olsun, kültürel alanlarda olsun, toplumsal kurallar olsun bir çok şeyde bizden üstün durumdalar. Üstün derken ben genel anlamda kastediyorum. Yoksa her toplumda belli bir miktar yamuk çıkar. İşin aslı iyi vasıfların çoğu bir müslümanın sahip olması gereken özelliklerdir.
Kur'an-ı Kerim bizde baş üstünde rafta duran, dini günlerde okunup, üç kere öpüp tekrar o rafa konulan bir kitap olduğundan dolayı bu haldeyiz. Din bir yaşam biçimi olmayıp, bir şekil aracı olmuş vaziyette. Mesela mekruh kavramı; bıyık dudağa değmesin, midye yeme gibi şeylere indirgemiş ve orada bırakmışız. Halbuki Allah, İsra Suresi'nde savurganlık, cimrilik, yetim malı korumama, böbürlenmek, söz tutmama, ölçüyü yanlış tutma gibi bir çok şeyin mekruh olduğunu belirtir. Sorsan toplumda bunu bilen sayısı çok azdır. Toplumun çoğunluğu, özellikle din konusunda beynini ipotek etmeyi çok seviyor. Nasılsa anlatan var deyip bütün dini, hikayecilere bırakıyorlar. Yav neredeyse aklım baliğ olduğundan beri Cuma Namazlarını kaçırmamaya özen gösteririm. 5 vakit kılmadığım cahiliye dönemimde bile Cuma kaçırmazdım. Bir kere bile hutbelerde adam akıllı insanlara öğüt niteliği taşıyan bir konu duymadım. Ellerinde bir kağıt, gıygıy mırıldanıp hutbeyi bitiriyorlar. Vaazlarda hocaya bağlı olmak kaydıyla bazen toplumsal meselelere değinilse de genelde onlar da hikaye temelinde kalıyor. Sahabe gitmiş, sahabe gelmiş, üç hurma yemiş ve cennete gitmiş tarzı masallardan ibaret kalıyorlar.
Sokakta kime sorsan on numara müslümandır. Amenna, kimsenin müslümanlığını sorgulamak haddim değildir ama bu bizim hayat biçimimiz olmadıktan sonra ne anlamı kalıyor? Terazimiz yanlış, millet birbirini kazıklama derdinde. Herkes nereden hinlik yapsamda üç kuruş fazla kazansam derdinde. Herif su içti diye oruç tutmayan bir insana saldırır, ertesi gün dininin yapma dediği bir tomar işi hiç düşünmeden yapar. Tuhaf bir ruh halimiz var. Sokaklarda kuralsızlık diz boyu. Ne esnafa güvenir olduk ne de komşuya. Hoş ben İstanbul bazında konuşuyorum. Ufak il ve ilçelerde insan ilişkileri ne boyuttadır bilmiyorum. Yaşı geçmiş olanları bu saatten sonra eğitmek zor. Önemli olan yeni nesli güzel yetiştirebilmek. Yaşı geçmiş olanlara hiçbir şey yapılamaz mı? Elbette yapılır; medya kanallarıyla insanların bilinçlenmesi, en azından bazı şeylere devam edenlere tepki göstertecek duyarlılığı sağlamak gerekiyor. Hayvan sevgisi konusunda (biraz aşırıya kaçıldığını düşünsem de) bu sağlandı. Hâlâ hayvanlara zulmediliyor fakat en azından insanlar böyle bir şeye denk geldiği zaman tepki göstermesini biliyor. Bir şeylerin değişeceğine inanıyorum ama bir an önce toparlanmamız gerekiyor. İşin en başında şu çorba ettikleri eğitimi adam akıllı bir sisteme oturtmaları gerekiyor. Uluslararası istatistiklerde eğitim durumumuz ortada, toplumsal hayatta durumumuz ortada. Umarım bir şeylerin değişmeye başladığı günleri şu gözler görür.
Bir asrı aşkındır toplumca bir batılılaşma serüvenimiz var. Yalnız bu batılılaşmayı, batının değerlerini almayı taklit etmek olarak yerleştirmeye çalışınca bir türlü bu topluma uyan bir elbise olamadı. Bunda bizim kültürel kodlarımızın da etkisi var. Araf'ta kalmış vaziyetteyiz. Ben her ne kadar Batı zihniyetini sömürgeci ve üsten bakmacı olarak görsem de bir şeyi kabul etmem lazım ki toplumsal alanda bir çok şeyi başarabilmiş durumdalar. Eğitimde olsun, kültürel alanlarda olsun, toplumsal kurallar olsun bir çok şeyde bizden üstün durumdalar. Üstün derken ben genel anlamda kastediyorum. Yoksa her toplumda belli bir miktar yamuk çıkar. İşin aslı iyi vasıfların çoğu bir müslümanın sahip olması gereken özelliklerdir.
Kur'an-ı Kerim bizde baş üstünde rafta duran, dini günlerde okunup, üç kere öpüp tekrar o rafa konulan bir kitap olduğundan dolayı bu haldeyiz. Din bir yaşam biçimi olmayıp, bir şekil aracı olmuş vaziyette. Mesela mekruh kavramı; bıyık dudağa değmesin, midye yeme gibi şeylere indirgemiş ve orada bırakmışız. Halbuki Allah, İsra Suresi'nde savurganlık, cimrilik, yetim malı korumama, böbürlenmek, söz tutmama, ölçüyü yanlış tutma gibi bir çok şeyin mekruh olduğunu belirtir. Sorsan toplumda bunu bilen sayısı çok azdır. Toplumun çoğunluğu, özellikle din konusunda beynini ipotek etmeyi çok seviyor. Nasılsa anlatan var deyip bütün dini, hikayecilere bırakıyorlar. Yav neredeyse aklım baliğ olduğundan beri Cuma Namazlarını kaçırmamaya özen gösteririm. 5 vakit kılmadığım cahiliye dönemimde bile Cuma kaçırmazdım. Bir kere bile hutbelerde adam akıllı insanlara öğüt niteliği taşıyan bir konu duymadım. Ellerinde bir kağıt, gıygıy mırıldanıp hutbeyi bitiriyorlar. Vaazlarda hocaya bağlı olmak kaydıyla bazen toplumsal meselelere değinilse de genelde onlar da hikaye temelinde kalıyor. Sahabe gitmiş, sahabe gelmiş, üç hurma yemiş ve cennete gitmiş tarzı masallardan ibaret kalıyorlar.
Sokakta kime sorsan on numara müslümandır. Amenna, kimsenin müslümanlığını sorgulamak haddim değildir ama bu bizim hayat biçimimiz olmadıktan sonra ne anlamı kalıyor? Terazimiz yanlış, millet birbirini kazıklama derdinde. Herkes nereden hinlik yapsamda üç kuruş fazla kazansam derdinde. Herif su içti diye oruç tutmayan bir insana saldırır, ertesi gün dininin yapma dediği bir tomar işi hiç düşünmeden yapar. Tuhaf bir ruh halimiz var. Sokaklarda kuralsızlık diz boyu. Ne esnafa güvenir olduk ne de komşuya. Hoş ben İstanbul bazında konuşuyorum. Ufak il ve ilçelerde insan ilişkileri ne boyuttadır bilmiyorum. Yaşı geçmiş olanları bu saatten sonra eğitmek zor. Önemli olan yeni nesli güzel yetiştirebilmek. Yaşı geçmiş olanlara hiçbir şey yapılamaz mı? Elbette yapılır; medya kanallarıyla insanların bilinçlenmesi, en azından bazı şeylere devam edenlere tepki göstertecek duyarlılığı sağlamak gerekiyor. Hayvan sevgisi konusunda (biraz aşırıya kaçıldığını düşünsem de) bu sağlandı. Hâlâ hayvanlara zulmediliyor fakat en azından insanlar böyle bir şeye denk geldiği zaman tepki göstermesini biliyor. Bir şeylerin değişeceğine inanıyorum ama bir an önce toparlanmamız gerekiyor. İşin en başında şu çorba ettikleri eğitimi adam akıllı bir sisteme oturtmaları gerekiyor. Uluslararası istatistiklerde eğitim durumumuz ortada, toplumsal hayatta durumumuz ortada. Umarım bir şeylerin değişmeye başladığı günleri şu gözler görür.
2 Kasım 2018 Cuma
Kullan-At Zihinler
2014 yılından bu yana belediye kurumunda öğretmenlik yapıyorum. Hitap ettiğimiz aralık ise 2. sınıf ile 8. sınıf arasındaki öğrenciler. Yani ilkokul çağından ergenlik çağına girmiş/girmek üzere olan bir kitleye hitap ediyoruz. Eğitim mefhumunun içinde geçirdiğim 4 yılda bile bir çok şeyin hızlı bir şekilde değişime uğradığını hayretle tecrübe ediyorum.
Klasiktir, çocukluğa uzanan geçmişinizin olduğu arkadaşlarla edilen muhabbetlerde konu ille çocukluk zamanımıza gelir. Eskiler şöyle güzeldi, böyle güzeldi diye. Ortalama bir ailede, ortalama hayat yaşamış bir çok kişide bu özlem vardır. Bu tecrübeler bize, günümüz çocuklarına bakarak mukayese yapma olanağı sağlıyor. Benim hep söylediğim bir şey var; eskiden malın bir kıymeti vardı. Bir oyuncak, bir alet bozulduğu zaman atılmazdı. Tam aksine; imkan dahilinde tamir edilmeye çalışılır, olmazsa tanıdık bir ustaya tamir işi devredilir ve o şey kullanılmaya devam ederdi. Artık kullanılamayacak duruma geldi mi yenisi alınırdı. "Bunun eğitim ile ne alakası var?" dediğinizi uyar gibiyim. Oraya geleceğim birazdan. Son zamanlarda ise hayatımıza "kullan-at", "tak-çıkar" mantığı girdi. Her şey basite indirgendi. Apple'ın telefon dünyasının seyrini değiştirmesinin altında yatan en önemli şey basit kullanım oldu. Yoksa o zamanlarda Nokia'nın hayli güzel ve efsane denebilecek akıllı telefonları vardı. İşte o ufacık detay, Nokia'yı dibe çekip, Apple'ı göğe çıkardı. Asıl önemli şey ise "multitasking" yani "çoklu görev" yapabilme becerileridir. Atıyorum dokunmatik ekranda iki veya üç parmağın kullanılarak işlem yapabilmek, aynı anda birden fazla uygulamayı kontrol edebilmek gibi. Tabii USB çılgınlığını es geçmemek gerek. USB ile hayatımız çok kolaylaştı. Eskiden bir yazıcı yüklemek bile eziyet olabiliyordu. Cihazı tak, CD'yi tak ve yükle, tanıdı-tanımadı endişesi, tanımadıysa programı tekrar kur, kabloyu tak çıkar falan uğraştırırdı. O zamanlarda internet çok faal değildi. Yani bir çok şeyi okuyarak, sorarak veya kendin kurcalayarak çözmek zorundaydın. Bu sırf bilgisayarla değil, diğer bir çok şey için geçerliydi. Cihaz bozuldu mu tamir etmeye çalış, araştır, parça uydurmaya çalış derken ister istemez bedenle beraber zihin de oldukça faal çalışırdı. Şimdi ise cihaz bozuldu mu? Ver servise yenisini versinler. Telefon mu aldın? İki dakikada kullanımını çözersin. Bir çıkmaza mı girdin? Gir internete ve çözüm anında önüne gelsin. O kadar çok hazıra alışmış vaziyetteyiz ki basit sorunların çözümünde bile internete başvurmak zorunda kalıyoruz çünkü son zamanlarda aklımızı kullanma ihtiyacı duymuyoruz.
Çocukların gelişimi açısından basitlik, maalesef çocuklarımızın zihnini öldürüyor. Düşünme, pratik zeka, çözüm yolu arama gibi şeyleri çocuklar yapamayacak duruma geldi ne yazık ki. Okuduklarını bile yapamayan bir nesille karşı karşıyayız. Haberlerde bazen istatistik yayınlanıyor, özellikle bu ÖSS'den sonra falan. Diğer ülkelerle Türkiye'nin, okuduğunu anlama noktasında sıralaması ki bu konuda yerlerdeyiz. Eğitim sistemimiz zaten malumunuz, çöpe döndü. Sürekli yapılan değişiklikler, oturtulamayan bir sistem var. Bizim velilerimiz ise altyapısız bir bilinçlenme dönemine girmiş vaziyette. Yani konuşurken "ben şu konulara çok dikkat ederim", "çocuğumun iyi eğitim almasını istiyorum", "kalite" gibi kavramları ağızlarından düşürmüyorlar ama bunu sağlam temelli bir altyapı ile yapmıyorlar. Kulaktan dolma öğrendikleri şeylerle kendilerince bir bilinçlilik geliştirip bunlar üzerinden çocuklarını eğitmeye çalışıyorlar. Hadi bu veli bir şeyler için çabalıyor; birde eline telefon, tablet tutuşturup, çocuğu internet deliğine bırakıp yeter ki yaramazlık yapmasın, sessiz sakin otursuncu veliler var ki bugün çocukların bu noktada olmalarının asıl sebebi bu velilerdir. Kolaya, hazıra alışma ve velilerinde çocuklarına her istediklerini anında gerçekleştirmeleri çocuklarda akıl yürütmeyi büyük ölçüde öldürüyor.
Telefonlardaki çoklu görev olayından bahsetmiştim. Geçen senelerde bir makale hazırlarken, günümüz bilgisayar oyunlarının çocukların zihinsel gelişimine katkısı üzerine araştırma yapmıştım. Kendim de bir oyun müptelasıyım öncelikle onu belirteyim. Oyunlardaki hızlı akış, ekranda dönen bir çok olaya dikkat etmeye çalışmak, ani gelişen olaylara ani tepki verme gibi şeyler çocuklarda bazı konularda fayda sağlasa da ben özellikle dikkat eksikliği konusunda büyük problem meydana getirdiği inancındayım. Bilgisayar da, insan da aynı anda iki işi birden yapamaz. Bilgisayar yapıyor gibi görünür çünkü işleme hızı o kadar yüksektir ki insan onu aynı anda yapıyor gibi gözükür. İnsanda da bu yoktur. İnsan iki veya daha fazla işle uğraşabilir ama muhakkak biri veya hepsi bir noktada noksan kalacaktır. Tek bir şeye odaklanıp, sadece onunla uğraştığında çıkacak sonuç gibi olmayacaktır. Bilgisayar ve telefon oyunları işte bu dikkati öldürüyor. Her şey o kadar hızlı ve o kadar ani ki çocukların bir şeye odaklanmasına izin vermiyor. Bunun sonucunu ise derslerde, daha 5. dakikada duvarlara bakan çocuk olarak görüyorsun. Tamam, insanın bir şeye odaklı kalmasının da bir sınırı var ama 5 dakika yahu. Zaten yoklama alırken, iki laf edelim derken o 5 dakika doluyor. Daha çocuk 5. dakikada oflamaya poflamaya başlıyor, sağına soluna salça olmaya başlıyor.
Geçenlerde yanlış hatırlamıyorsam milli eğitimde yeni bir yol haritası belirlendi. Açıkladı mı, ben mi gözden kaçırdım bilmiyorum ama velilerin bilinçlendirilmesi ve teknolojinin çocuklar üzerindeki etkisine pek değinilmemiş. Bence en ele alınması gereken konulardan biri budur. Çocuklarımız aptallaşıyor maalesef. Bunu zeka geriliği olarak söylemiyorum. Zeki olan çocuk da aptal oluyor. Başıma en çok gelen örneklerden biri;
Bilgisayarda çocuğun önüne bir bir yazı çıkıyor. Uyarı şu; "Bu programı çalıştırmak için Evet'e basın". Çocuk bakıyor, okuyor fakat anlamıyor. Zeki bir çocuk, biliyorum.
Çocuk - "Hocam! ne yapacağım?".
Ben - "Oğlum, ne yazıyor okudun mu?"
Çocuk - "Evet hocam".
Ben- "Eeee ne diyor?"
Çocuk - "Çalıştırmak için Evet'e basın diyor"
Ben - "Eee yapman gereken yazıyor yani"
Çocuk - "Evet'e mi basmam lazım"
Ben - "Sence? Oku bakayım. Evete basınca çalıştıracak değil mi? Çalışmasını istiyor musun?"
Çocuk - "Evet hocam"
Ben - " E o halde neyi bekliyorsun? Bassana evete"
Çocuk - "Aaa evet hocam doğru, çalıştı"
Burada çocuğa ukalalık yaptığımı zannetmeyin. Çocuğun zihnini düşünmeye itiyorum, en azından ittiğime inanarak bu şekilde konuşuyorum yoksa maksadım çocuğa ukalalık yapmak değil. Bu sahne öyle bir iki çocukta değil, bir çok çocukta başıma geliyor. Akıllı, zeki olduğunu bildiğim çocuklarda da başıma geliyor. Düşünemeyen, beyinleri körelen bir nesil geliyor. Uyanmamız lazım.
Klasiktir, çocukluğa uzanan geçmişinizin olduğu arkadaşlarla edilen muhabbetlerde konu ille çocukluk zamanımıza gelir. Eskiler şöyle güzeldi, böyle güzeldi diye. Ortalama bir ailede, ortalama hayat yaşamış bir çok kişide bu özlem vardır. Bu tecrübeler bize, günümüz çocuklarına bakarak mukayese yapma olanağı sağlıyor. Benim hep söylediğim bir şey var; eskiden malın bir kıymeti vardı. Bir oyuncak, bir alet bozulduğu zaman atılmazdı. Tam aksine; imkan dahilinde tamir edilmeye çalışılır, olmazsa tanıdık bir ustaya tamir işi devredilir ve o şey kullanılmaya devam ederdi. Artık kullanılamayacak duruma geldi mi yenisi alınırdı. "Bunun eğitim ile ne alakası var?" dediğinizi uyar gibiyim. Oraya geleceğim birazdan. Son zamanlarda ise hayatımıza "kullan-at", "tak-çıkar" mantığı girdi. Her şey basite indirgendi. Apple'ın telefon dünyasının seyrini değiştirmesinin altında yatan en önemli şey basit kullanım oldu. Yoksa o zamanlarda Nokia'nın hayli güzel ve efsane denebilecek akıllı telefonları vardı. İşte o ufacık detay, Nokia'yı dibe çekip, Apple'ı göğe çıkardı. Asıl önemli şey ise "multitasking" yani "çoklu görev" yapabilme becerileridir. Atıyorum dokunmatik ekranda iki veya üç parmağın kullanılarak işlem yapabilmek, aynı anda birden fazla uygulamayı kontrol edebilmek gibi. Tabii USB çılgınlığını es geçmemek gerek. USB ile hayatımız çok kolaylaştı. Eskiden bir yazıcı yüklemek bile eziyet olabiliyordu. Cihazı tak, CD'yi tak ve yükle, tanıdı-tanımadı endişesi, tanımadıysa programı tekrar kur, kabloyu tak çıkar falan uğraştırırdı. O zamanlarda internet çok faal değildi. Yani bir çok şeyi okuyarak, sorarak veya kendin kurcalayarak çözmek zorundaydın. Bu sırf bilgisayarla değil, diğer bir çok şey için geçerliydi. Cihaz bozuldu mu tamir etmeye çalış, araştır, parça uydurmaya çalış derken ister istemez bedenle beraber zihin de oldukça faal çalışırdı. Şimdi ise cihaz bozuldu mu? Ver servise yenisini versinler. Telefon mu aldın? İki dakikada kullanımını çözersin. Bir çıkmaza mı girdin? Gir internete ve çözüm anında önüne gelsin. O kadar çok hazıra alışmış vaziyetteyiz ki basit sorunların çözümünde bile internete başvurmak zorunda kalıyoruz çünkü son zamanlarda aklımızı kullanma ihtiyacı duymuyoruz.
Çocukların gelişimi açısından basitlik, maalesef çocuklarımızın zihnini öldürüyor. Düşünme, pratik zeka, çözüm yolu arama gibi şeyleri çocuklar yapamayacak duruma geldi ne yazık ki. Okuduklarını bile yapamayan bir nesille karşı karşıyayız. Haberlerde bazen istatistik yayınlanıyor, özellikle bu ÖSS'den sonra falan. Diğer ülkelerle Türkiye'nin, okuduğunu anlama noktasında sıralaması ki bu konuda yerlerdeyiz. Eğitim sistemimiz zaten malumunuz, çöpe döndü. Sürekli yapılan değişiklikler, oturtulamayan bir sistem var. Bizim velilerimiz ise altyapısız bir bilinçlenme dönemine girmiş vaziyette. Yani konuşurken "ben şu konulara çok dikkat ederim", "çocuğumun iyi eğitim almasını istiyorum", "kalite" gibi kavramları ağızlarından düşürmüyorlar ama bunu sağlam temelli bir altyapı ile yapmıyorlar. Kulaktan dolma öğrendikleri şeylerle kendilerince bir bilinçlilik geliştirip bunlar üzerinden çocuklarını eğitmeye çalışıyorlar. Hadi bu veli bir şeyler için çabalıyor; birde eline telefon, tablet tutuşturup, çocuğu internet deliğine bırakıp yeter ki yaramazlık yapmasın, sessiz sakin otursuncu veliler var ki bugün çocukların bu noktada olmalarının asıl sebebi bu velilerdir. Kolaya, hazıra alışma ve velilerinde çocuklarına her istediklerini anında gerçekleştirmeleri çocuklarda akıl yürütmeyi büyük ölçüde öldürüyor.
Telefonlardaki çoklu görev olayından bahsetmiştim. Geçen senelerde bir makale hazırlarken, günümüz bilgisayar oyunlarının çocukların zihinsel gelişimine katkısı üzerine araştırma yapmıştım. Kendim de bir oyun müptelasıyım öncelikle onu belirteyim. Oyunlardaki hızlı akış, ekranda dönen bir çok olaya dikkat etmeye çalışmak, ani gelişen olaylara ani tepki verme gibi şeyler çocuklarda bazı konularda fayda sağlasa da ben özellikle dikkat eksikliği konusunda büyük problem meydana getirdiği inancındayım. Bilgisayar da, insan da aynı anda iki işi birden yapamaz. Bilgisayar yapıyor gibi görünür çünkü işleme hızı o kadar yüksektir ki insan onu aynı anda yapıyor gibi gözükür. İnsanda da bu yoktur. İnsan iki veya daha fazla işle uğraşabilir ama muhakkak biri veya hepsi bir noktada noksan kalacaktır. Tek bir şeye odaklanıp, sadece onunla uğraştığında çıkacak sonuç gibi olmayacaktır. Bilgisayar ve telefon oyunları işte bu dikkati öldürüyor. Her şey o kadar hızlı ve o kadar ani ki çocukların bir şeye odaklanmasına izin vermiyor. Bunun sonucunu ise derslerde, daha 5. dakikada duvarlara bakan çocuk olarak görüyorsun. Tamam, insanın bir şeye odaklı kalmasının da bir sınırı var ama 5 dakika yahu. Zaten yoklama alırken, iki laf edelim derken o 5 dakika doluyor. Daha çocuk 5. dakikada oflamaya poflamaya başlıyor, sağına soluna salça olmaya başlıyor.
Geçenlerde yanlış hatırlamıyorsam milli eğitimde yeni bir yol haritası belirlendi. Açıkladı mı, ben mi gözden kaçırdım bilmiyorum ama velilerin bilinçlendirilmesi ve teknolojinin çocuklar üzerindeki etkisine pek değinilmemiş. Bence en ele alınması gereken konulardan biri budur. Çocuklarımız aptallaşıyor maalesef. Bunu zeka geriliği olarak söylemiyorum. Zeki olan çocuk da aptal oluyor. Başıma en çok gelen örneklerden biri;
Bilgisayarda çocuğun önüne bir bir yazı çıkıyor. Uyarı şu; "Bu programı çalıştırmak için Evet'e basın". Çocuk bakıyor, okuyor fakat anlamıyor. Zeki bir çocuk, biliyorum.
Çocuk - "Hocam! ne yapacağım?".
Ben - "Oğlum, ne yazıyor okudun mu?"
Çocuk - "Evet hocam".
Ben- "Eeee ne diyor?"
Çocuk - "Çalıştırmak için Evet'e basın diyor"
Ben - "Eee yapman gereken yazıyor yani"
Çocuk - "Evet'e mi basmam lazım"
Ben - "Sence? Oku bakayım. Evete basınca çalıştıracak değil mi? Çalışmasını istiyor musun?"
Çocuk - "Evet hocam"
Ben - " E o halde neyi bekliyorsun? Bassana evete"
Çocuk - "Aaa evet hocam doğru, çalıştı"
Burada çocuğa ukalalık yaptığımı zannetmeyin. Çocuğun zihnini düşünmeye itiyorum, en azından ittiğime inanarak bu şekilde konuşuyorum yoksa maksadım çocuğa ukalalık yapmak değil. Bu sahne öyle bir iki çocukta değil, bir çok çocukta başıma geliyor. Akıllı, zeki olduğunu bildiğim çocuklarda da başıma geliyor. Düşünemeyen, beyinleri körelen bir nesil geliyor. Uyanmamız lazım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)