29 Mart 2016 Salı

Zamanın Çocukları

Bir belediye kurumunda yaklaşık 2 senedir bilgisayar öğretmeni olarak çalışıyorum. Yazı yazmaya tekrar başlamamın devamında büyük ihtimal bu konularda yazı gireceğimi tahmin ediyorum. Öğretmenlik yapmak hiç hayalimde olmayan bir işti. Ne yapacağım hakkında fikrim yoktu. Öyle böyle derken 2 seneyi devirdim. Çocuklarla muhabbetimin iyi olduğunu düşünüyorum. Yani geçen şu 2 senedir tarafıma herhangi bir konuda hiç şikayet gelmedi. Zaten bilgisayarla oyun oynama noktasındaki ortak zevkler sayesinde çok zorlanmadım. Şunu belirtmeden edemeyeceğim ki Allah MEB okullarında 30-40 kişilik sınıflarda öğretmenlik yapmaya çalışanların yardımcısı olsun. Bazen internet üzerinde öğretmen maaşları konusunda konuşulanları görünce üzülüyorum. Elbette her işin zorluğu vardır fakat bir araba çocuk ile uğraşmak emin olun çok zor ve zahmetli bir iş. Evet, ağır yük taşımıyorsun falan ama sorumluluğu ve kontrolü sağlama çok zor. Arada bir aklıma geldiğinde tebessüm ettiğim bir konu var ki o da üniversiteye kadar olan eğitim sürecinde, hocadan saklandığımızı, bizi görmediğini zannederek yaptığımız bir çok eylemin aslında nasılda kabak gibi öğretmen gözüyle görüldüğünü keşfetmiş olmamdır. Oğlum her şey kabak gibi ortada la!

Başlığı "Zamanın Çocukları" olarak attım. Bizler, belli bir gelişim evresinin getirdiği yeniliklerle yetişkinliğe adımlarımızı attık. Tabii ki yetişkinlik evresine geçince bazı şeyler oturmuş olduğundan yeni gelişim evresinin getirdiği yenilikleri pek takip etmiyoruz. Hani derler ya "bizim zamanımızda böyle bir şey yoktu" diye. Ben bu lafı anlamıyorum işte. Yahu yoktu ama şimdi var. Evet, kültürel bakımdan gelinen noktalar eleştirilebilir, yeni neslin kitaplarla çok haşır neşir olmaması gibi şeyler konuşulabilir. Bunu anlarım ama arkadaş çocukların yapıp ettikleri üzerinden "bizim zamanımızda böyle bir şeyi yapmayı aklımızdan ucundan bile geçirmezdik" lafları nedir anlamıyorum. İnsanlar büyüyünce kendi çocukluklarını unutuyorlar. Tamam, yapamıyordun; yani sana o eylemleri yaptırtmamaları doğru bir davranış mıymış ki sen yapamadığınla övünüyorsun ve çocuk o eylemi yaptığı için söyleniyorsun? Elbette çocuğa bazı sınırlar çizmek gerekli ama ben bunun fazla abartıldığını düşünüyorum. Adı üstünde, çocuk. Koşacak, düşecek, hata yapacak... Yanlışı veya doğruyu öğretmek katı kurallarla kafasında vura vura mı dikte etmek doğru yoksa o eylemi gerçekleştirdiğinde olumlu veya olumsuz yönde ne gibi sonuçlar doğacağını izah etmek mi doğru? Ben ikinciden yanayım. He, çocuk anlamamakta direniyorsa yaptırım uygulanmalı. Mesela çocukları serbest bıraktığım vakitlerde çocuk haddinden fazla ses çıkarıyor ise bir, iki, üç uyarıdan sonra baktım dinlemiyor, bilgisayarımda kurulu olan programla bilgisayarını kilitliyorum. Oyununun yarım kalacağı endişesiyle mum gibi oluyor. 5-10 saniye sonra ekranını açıyorum ve bir daha gürültü yapmıyor. Aslında gürültüden kastım fazla sesli bağırışmaya başlamaları. Yoksa ille sınıf kütüphane sessizliğinde olacak diye bir gayretim yok. Diyorum ya çocuk bunlar. Konuşacak. Engelleyemezsin. Susturacağım diye kasmanın anlamı da yok. Ben fazla rahatım herhalde bu konularda. Mesela mahalleden arkadaşlarla takıldığımız bir çay bahçesi var. Orada çalışan ağabeyin oğlu bazen babasına yardıma geliyor. Çocuk hal ve hareketleriyle biraz tuhaf bir tip. Ben bunu çocuğun zekasına yoruyorum. Tabii ki her tuhaf hareketlerde bulunan zekidir diye bir şey yok ama bence fazla zeki bir çocuk. Neyse, orada oturan herkes çocuğa bir şekilde gıcık oluyor. Çocuğunda umurunda değil. Yanımdakilerde devamlı kovma derdinde. Ben ise dersimde böyle çocukları arıyorum. Ciddiyim! Sınıfta put gibi oturup ders dinleme dışında başka faaliyeti olmayan çocuklarla emin olun acayip sıkıcı geçiyor. Aralarında bir kaç orjinal tip olacak ki derste makara da olsun. Yok öğretmen çocuklarla fazla muhabbete girerse çocuk cıvır, fazla sevgini gösterme falan bunlar nasıl bir aklın ürünü anlamıyorum. Diyorum ya çocuk la bu cıvıyacak tabii ki. Öğretmenin mümkün mertebe arkadaşmışcasına öğrenciye yaklaşması gerektiği taraftarıyım. Yeri gelir soğuk espri yapıp öğrencilerle tiksinme bakışları yaparım, yeri gelir yaşı biraz daha büyük olanlarla kantır atarım, yeri gelir Transformice oynarım, yeri gelir özür dilerim, yeri gelir aklıma gelmeyen bir hususu veya bilmediğim bir şeyi çocuklara sorarım. Kademe grubum var mesela. 2 senedir benim öğrencim olupta muhabbetimin diğerlerine nazaran daha iyi olduğu çocuklar. Allah var kafaları da çalışıyor. Hatta bunlardan iki tanesi üstün zeka belgeli çocuklar. Ağabey-kardeş hemde. E yeri geliyor kafamın basmadığı bir şeyde bu çocuğa danışıyorum. Bunun bana bir şey kaybettirdiğini kesinlikle düşünmüyorum. Bu üstün zekalı çocuk her gün okul çıkışı yanıma geliyorsa, okulda yaşadığı sıkıntıları içinde tutmayıp bana anlatıyorsa ben bu çocuğun kalbinde yer etmişim. Geçen gün abuk bir işle uğraşıyordum. "Hocam işsiz misiniz hayırdır?" dedi. Yapmaya çalıştığım şeyi anlatınca beraber herhalde 10 dakika katıla katıla gülmüşüzdür. Dediğim gibi öğrencilerle böylesine bir muhabbete girmek ne bende bir şey eksiltiyor ne de çocukta şımarmaya yol açıyor. Hep kendimden bahsetmiş gibi oldum ama aslında ben hep öğrencilik hayatımda görmek istediğim bir öğretmen modelini yaşatmaya çalışıyorum. Böyle olmaya kasmıyorum. Geçmişten bugüne tabii ki sevdiğim ve saygı duyduğum bir sürü öğretmen tanıdım ama ilkokulda neredeyse hiç saygı duyacağım bir öğretmene denk gelmedim. O yüzden şuraya bağlayacağım, çocukların en önemli aşamalarından biri olan ilk ve ortaokul çağlarında onların öğretmenliğini yapacak insanların bence çok ciddi elemelerden geçirilerek alınması gerekiyor. O yaşlar çocuğu kazanabileceğin veya kaybedebileceğin yaşlar. Lise devresi süresince kanaatimce öğrencide çok büyük bir değişim meydana getirilemez çünkü az çok çocukta bir karakter ve yapı oturmuş oluyor. Aslında yazacağım çok şey var. Başka bir konu üzerine yazı yazacaktım ama yazdıkça konu başka yerlere kaydı. Sonra devamını getiririm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder